2012/01/29

Hayırdır inşallah.



Taşı bile yosun tutar demişler!
Hakkaten de ne iyi söylemişler. 
Herkesin bi tamamlayıcısı, hatalarını düzelteni, tam dibe vurmuşken yardım edeni, rüyasında bile olsa uçurumdan düşecekken elinden tutup yukarı çekeni yok mudur..


En kaygan zeminlerde bile sen düşsen de onun düşmeyeceğinden ve seni asla düşürmeyeceğinden emin olup koluna girdiğin değil midir o sevgili insan.


Tıpkı şıpsevdi sakızlarında da söylendiği gibi, 
"aşk; aynı şemsiyenin altında ıslanmamaya çalışmak" yada onun gibi bişi değil mi?

Şimdi bide gerçek dünyaya bakıyoruz.

Bizde şemsiyeyi Erman tutuyosa sen ıslanmaya mahkumsun. O yüzden sen sen ol kafandan bereyi, elinden şemsiyeni eksik etme sevgili ben.

Ayrıca ben rüyamda uçurumdan uçuyosam elimden tutup çeken de olmuyo. Bildiğin düşüyorum. Ama yükseklik ne olursa olsun düştükten sonra kalkıp yoluma devam edebiliyorum neyseki. Malzemem sağlam demekki.


Bide ben sıkça uçan ve ordan oraya ışınlanan bi insanım rüyasında. O yüzden uçurumdan düşerken bile kafam rahat, "amaaaan sonuçta uçabiliyorum, tam yere değcekken kollarımı açtım mı hop tekrar havadayım" diyorum.

Her nekadar babannem "yavrum rüyanda uçtuğunu söyleme, sonra bidaha göremezsin öyle rüyalar" diye ilginç yaklaşımlarda bulunsa da taaa çocukluğumdan beri, benim düzenli uçuş mesailerim var.

Ha bide rüyanın içinde rüya görmek diye bişi var, o hepsinden şahane. 
Hani derler ya dünya yansa bi kalbur samanı yanmaz diye, aynı o hesap, karşındaki seri katil senin kollarını bacaklarını falan poşete doldururken bile "ohooooo hiç umrumda değilsin, istersen al kulaklarımı da şu poşete koy" diye katile yardımcı olabilir, 
"bundan uyansam bile elimde hala bi rüyam daha var " diye kendine telkinde bulunabilirsin. 
Sıfır risk. Rahat ol, kendini katilin ellerine bırak:)

  


Hepinize ayaklarınızı mutluluktan yerden kesecek güzellikte şeyler diliyorum, artık ne isterseniz ^,^

Oldu o zaman. Bu vesileyle sizlere de artık kal getirten pembe botlu ve paris'li fotoğrafları bitirmiş bulunmaktayım. 
Hayırlı olsun.

Tütü elbise: H&M / Yağmur botu: Hunter / Bere: Tally Weijl / Şemsiye: T-Box / Eldiven: Paris'te bir butikten

2012/01/28

Vivienne Westwood Anglomania!

  



Sim ayakkabıda güzeldir, saçta değil.
İşte mis gibi kokusuyla burnumun direğini şenlendiren simli süslü melissa'larım :) Sonunda kavuştuk. Küçük bir bayram havası estirdik evde bu vesileyle.
Yayında ve yapımda emeği geçen, lojistik konusunda hiçbir desteğini esirgemeyip taa İtalya'lardan bana bu pek şahaneleri getiren Sevgi kuzuma teşekkürler olsun.

2012/01/27

Beyin mıncıklanması durumu.


Yani gören de 58 yaşında görmüş geçirmiş biri sanır beni, ne zaman bişey yazmaya başlasam paso geçmişte yaşadıklarımdan bahsediyorum.
Yukarda gördüğünüzün yarısı kadar yaşadım henüz(açık vermemeye çalışıyorum), aklım başımda geçirdiğim kısmıysa onun da yarısı. Dersimiz matematik değil tabi, hesapla kitapla uğraştırmıycam sizi bi rahatlayın.
Zira bugün anlatacağım şey çok farklı.


Beden dersi diye bişi vardı mesela, bitürlü beden eğitimi diye söylenmezdi. O kadar dersten öteydiki, önlük mönlük hak getire, o gün beden dersi varsa tüm gün eşofmanlı dolaşır, rahat rahar su savaşı yapardın nası olsa yakalığın ıslanmıyo:)
Kimisi yanındakini çimdikler, kimi taaa 10 sıra arkasındakine bağırarak laf yetiştirir, kimi en büyük balonu kim şişirecek sevdasına ağzında bi tomar sakızla boğuşur. İşte dirsek-omuz teması denen şey de bu yaratıkları hizaya getirebilmek için çıkarılmış mesela (bakınız yukardaki duruş)


Beklerdikki annemizin günü münü olsun da evden gitsin, bütün makyaj malzemeleri bize kalsın. Fütursuzca ağzımızı gözümüzü ruja bulayabilelim, kolumuza bacagımıza kadar oje sürelim.


Ben de en çok ablalık halleri vardı. 2 yaş da olsa büyük müyüm? büyüğüm sonuçta.
"Hadi canım sen git arkadaşlarınla dışarda oyna, ben de size kurabiye yapiyim" diye kardeşi ve komşu kızını sokağa salan abla modeli, yaş 8, kurabiye ise ya çamurdan ya oyun hamurundan tabiki:)


Bide zor diye düşündüğümüz, amaaaaan ne gerek varki bunları öğrenmeye dediğimiz, sınavlarda düzgün cümle kurmak için ter döktüğümüz, ismin -i hali, -den hali gibi sıkıntılarımız vardı mesela. Çok zor günlerdi çok.


  

Her sırada iki kişi oturduğumuzu varsayarsak, yazılı sınavlarda mutlaka bi okul çantası yada resim dosyası olurdu sıranın tam ortasına dikine koyulmuş. Zaten o sayede hiç kopya çekemezdik, herkes bildiğini yazardı, diimi. 
Oooo kamon çekinmeyin, burda aramızda konuşuyoruz, rahat olun. O kopyayı çekmek istemiyodunuz aslında, sadece dosya yeterince kapatmamıştı arkadaşınızın kağıdını ve siz ister istemez görüyodunuz cevapları.


Benim beyin egzersizim böyle oluyo işte. Geriye geriye, gidebildiğim kadar geçmişe ışınlanıp, orda neler yaptığımı hatırlayarak çoğu zaman eğlenip bazen de üzülerek beyin hücrelerimi temizleyip çitiliyorum, iyi geliyo bak sen de dene ;)

Oldu o zaman, madem kar kırk yılda bir işe yaramış ve heryer tatil olmuş, e ben niye hala yazıyorum çok afedersin?

Hırka: Koton/ Tayt: H&M / Bot: Beta / Çanta: Nine West

2012/01/26

Bağ(ım)lılık


Bi ben miyim acaba eşyalarına bu kadar tutkuyla bağlanan? 
aman o benim için çok önemli, yok bunun bilmem nerden hatırası var diye diye evin kocaman bir kiler olma yolunda ilerlediğini gördükçe korkuyorum gidişhattan.





Bide o şeye bağlanma kısmından öncesi var tabi. Alana kadar verilen mücadele kısmı.
Takdir edersinizki o kadar ara tara tırım tırıs hiçbir yerde bulamadığın bişey, birden karşında dikilince alasın ve otomatikman onunla bi bağ kurasın geliyo!
Tıpkı Zara'nın aylar önce lookbookunda görüp uzun süredir gelmesini beklediğim bu çanta gibi.



Yada hiç hesapta yokken karşıma çıkan ve beni al beni al onu alma diye dore rengini işaret eden bu siyah deri etek gibi. Ama ben kıyamadım ikisini de aldım 


  

Daha bunlar gibi o kadar çok şey varki bağlandığım..

Avuç kadar saksıda yaşayıp, aylarca sulamayı unuttuğum halde küsmeyen, bir damla suyla aylar sonra tekrar tekrar hayat bulan kaktüsüm,

Belirli aralıklarla alıp masamda biriktirdiğim, her gün bir azimle "bugün 2 litre su içicem" diye başlayıp günü hiç su içmeden bitiren bana kızmayan ve beklemiş suyla masamda pinekleyen sürahilerim,

sıkıldıkça peçetelerden, A4 kagıtlarından yaptığım garip şekilli, ama atmaya kıyamadığım çöplerim,

bundan taaa 4 sene önce jujumun yerde bulup bana verdiği ve hala anlamsız bi şekilde post-it'lerimin içinde sakladığım at kestanelerim,

hergün düzenli olarak eve götürmeyi unuttuğum ve aylardır masamda ikamet eden asetonum,

iğrenç kokulu silgim,

bütün ofis ahalisine hizmet eden mayonez görünümlü nemlendiricim,

"always believe in yourself and your dream" yazılı, bırak çayı su içmeye kıyamadığım kupam,



artık yazmayan, mürekkebi kurumuş olduğu halde hala kalemlikte takılan tükenmezler,

güvence olarak her daim elimin altında tuttuğum fındıklı hoşbeş, çilekli lila pause ve negro,

hala eski soyadımla panomda asılı duran kartvizitim ve yine panomdaki canım arkadaşımın yeğeninin fotoğrafı [yanıma gelip de kim olduğunu soran herkes önce bi dumur oluyo öğrenince:) illa kocamın fotoğrafını koycak halim yok sonuçta:P ]

ve sen, her yemek siparişinden sonra artan tuz ve karabiberden oluşan orta çekmece.




o kadar hayatımın içindesinizki birinizin bile eksilmesine dayanamam. hergün yoklama alıcam ona göre.
özellikle de çilekli lila pause sana söylüyorum fındıklı hoşbeş sen anla!

Çanta: Zara(yeni) / Etek&Eldiven: Paris'te bi butikten / Kazak: Koton / Bot: Markafoniden ama markasını hatırlamıyorum / Şemsiye: T-Box / Şapka: LCW çocuk / Atkı: Sarar(Erman'ın:)) 

2012/01/25

Little little in the middle.

Tutturmuşum illa Eyfel'i görücem iki haliyle de diye. Bi gece görüşü, bide gündüz yakından duruşu.
Tabiki düştük yollara. Git git bitmez. Ama neden bitmez bi sorun?
Adım başı gördüğü her otun püsürün önünde fotoğraf çektirmek isteyen bi minikkuş olursa yanınızda, o yolculuk bitmediği gibi çileye dönebilir sizin için. Ama yanınızda fotoğraf çekmekten hoşlanan bir Erman bulundurursanız ve o minikkuş da zaten sizseniz o zaman çok keyifli geçebilir işte:)


2012/01/23

Hop oraya, hop şuraya.

Ne giydim derdinden çok "acaba bu soğukta nereleri gezebiliriz, ayaklarımız nereye kadar götürebilir bizi, ay dur şurdaki Zara'ya da bakiyim, aaaaa burda da Burberry varmış" larla geçtiği için bu gezi, öyle grantuvaletlik bi post beklentisi olmasın, söyliyim de:)

Ha bide bir kez daha anladımki ben yediğini içtiğini öyle ballandıra ballandıra şahane fotograflarla anlatabilecek bi insan değilmişim. Bildiğin yiyiciyim ! 
Her gördüğü kapının bacanın önünde poz veren ben, yemeği gördümü bütün şartelleri indirip midesinden çalışan bi robota dönüşüyorum. Tam yemeğin ortasındayken de "tüh yaaa bunun da fotoğrafını çekemedik iyi mi!" durumu kaçınılmaz oluyo haliyle. 

İşte bu post da öyle bişi. Biraz müze, biraz kilise, biraz tablo, biraz kemirilmiş yemek, bol kaban-şemsiye-şapkadan oluşuyo, çok dikkat edin:)


Öhööömm şimdi rehberiniz konuşuyo, herkes buraya baksın bi. 
Şu arkamda görmüş olduğunuz beyaz kubbeli arkadaş Sacre Coeur tepesinin gözdesi olup, bizim parizyenlerin beyaz kilise dedikleri süper ihtişamlı bi kilise.

2012/01/22

Deneme bir ki, sesim geliyo mu?

Parmaklar birbirine yapıştığı halde ısrarla her yeri yürüyerek keşfedicem diye direten ayaklarım, 
soğuğa karşı direnen ve zaten vücudumda ilk kan çekilen bölge olan burnumla yanaklarım!
her alışveriş sonrası eklenen poşet sayısına ve hali hazırda yağmur yağma ihtimaline karşı sürekli gölge olarak yanımda taşıdığım şemsiyeye bağlı olarak güçten kesilmiş ellerim!

O kadar yazasım, o kadar her gördüğüm şeyi ordan anlatasım vardıki aslında.. 

Otel odama döndüğüm an bi yatağa bi laptopa bakıp, sonra adeta bir patates çuvalı edasıyla yatağa kendimi atıp, "azcık dinleniyim, sonra yazarım bişeyler" diye karar verdikten yaklaşık 10 dakika sonra ilk rüyanın içinde kendimi bulmam bir oluyodu! 



Şimdiden söyliyim sonra arıza çıkmasın:) uzuuuun bi süre Paris kusabilirsiniz:) Ama şu açıdan düşünün bide, önceden gidenler caddeleri sokakları kafasında tekrar canlandırcak, gitmeyenler gitmiş kadar olacak yada ilk fırsatta gitmeye karar verecek;) Tamam çok iddialı oldu, geri alıyorum bu paragrafı:) 

Biz Paris'i kışın ortasında, soğuğun göbeğinde olmasına rağmen çok sevdik özetle. 
Belki de tatili özlemişiz de Paris kısmı bahane..


bide yazardan naçizane dipnot: siz siz olun kayak tatili dışında her yere yazın gidin, buraya da. kilometrelerce keşfedilesi mesafeyi soğukla akraba çıkana kadar yürüyerek katetmek zorunda kalmayın, emi:)


oldu o zaman çalsın sazlar, hoşbulduk ^.^

2012/01/13

Uçan kuş!


(alıntıdır)

Şimdiye kadar sadece google mapste caddelerinde yürüyüp sokaklarını arşınladığım Paris'le aramdaki resmiyeti kaldırmak ve samimiyetin dibine vurmak, müzeler kuleler gezip şarap içmek, disneyland'de kusana kadar eğlenip moulin rouge'da travestilerle karşılıklı dans etmek, yağmuru sevmek ve soğukla barışabilirsem en parizyen halime bürünüp son kuruşuna kadar alışveriş yapmak için 1 hafta şans tanıdım kendime.
hemen gelcem sonra;)


oldu görüşürüz o zaman yakında.

2012/01/10

İşte öyle birşey


Atlantic-pasific'te gördügüm ilk günden beri rengine hayran olduğum, benim de olsun istediğim ve ansızın karşıma tıkış tıkış olmuş askılar arasından çıkan ve güneş gibi parlayan sen, mor pantolon! 
Bişeyi çok istersen olur derler, tıpkı bi insana kırk kere deli dersen deli olur örneğindeki gibi.

Ama çok istersen olur örneği bazılarında işe yaramaz. Evrene münasip bir dille göz kırpıp, gerekli parametreleri ve koordinatları verip, sonrasında bu çabanın meyvesini yemek de en az "bu benim olmalı, mutlaka onu almalıyım" diye kırk kere söyleyip ona sahip olmak kadar keyiflidir.

Ha beni soracak olursanız, ben genelde evrenle arama kimseyi sokmam, çaktırmadan mesajı veririm mor pantolon örneğindeki gibi. Tabi o sırada yanımda biri varsa ve sesimi duyarsa da ne ala:)
Aramızda öyle garip bi ilişki varki evrenle, bazen de önce hüsrana uğratıp sonra "şakaaaaa" diye  güldüğünü hissediyorum bana bakarak.






Püre'yi sahiplenmeden önce tam da bu olmuştu mesela.
Dişi olsun, scottish fold olsun, top kafalı sevimli olsun, tüy dökmesin bilmem ne.. gören de eve biblo alıyorum sanır, şekilci gibi görünmek istemem! naif duruşu, karakterli oluşu ve tüy dökmemesi açısından scottish foldlar tam benim evde bakabileceğim türdendi. Yoksa kedilerin hepsini ayrı bi seviyorum *,* ama ille de dişi olsun istiyodum. Püre'yi annesinin hamileliginden beri bekliyodum taşıyıcı anneyi bekleyen ebeveynler gibi. Doğduktan sonra hepsi erkek dediler ve 3 hafta boyunca yas tuttum evde. Sonra bigün güzel haber geldi, 4 kardeş arasında aslında bitanesinin dişi olduğu ve yalnızca onun scottish fold olduğu söylendi *.* 
İşte bu da evrenin bana güldüğü kısım oluyo tam olarak:)

Önce kaybettim, sonra buldum yani ;)













Demem o ki, elinizdeki şeylerin kıymetini bilin, insan, hayvan, eşya ne olursa olsun.
insansa iki çift güzel söze, hayvansa biraz ilgiye okşanmaya, eşyaysa da en azından düzgün bir şekilde katlanıp gardroba kaldırılmaya ya da düzenli olarak tozunu alıp parlatılmaya ihtiyacı vardır mutlaka.


O zaman film tadında olsun haftanız;)

Pantolon&Kazak: Koton / Mont: Mango / Bot: Beta / Saat: Emporio Armani / Şal: H&M 


Sevgililer gününde romantik bir gün geçirmek isteyenler Beyaz Ev Ağva çekilişine şurdan katılsın bence;)

2012/01/09

Kırmızı duvar


Bütün bir haftasonu deli danalar gibi ordan oraya koşturup alışveriş yapan, yemek hazırlayan, film izleyen, kahvaltının dibine vuran, püre'sini seven, rüyasında adam öldüren ben.
Saat 23:00 itibariyle evdeyim, günlerden pazar!
"eveeet artık biraz da dinlenme zamanı" diyerek ayaklarımı uzatıp koltuğa, kucağıma da püreyi alıp yayılma moduna girdim, tam da mesaiye başlamama bikaç saat kala.
Sana kızmıyorum pazar, bilakis bu botları almama ve bu güzel kırmızı duvarı keşfetmeme vesile olduğun için bugün seni acaip sevdim, gel öpecem 


    







  

Şu pozu vermeyeli çok olmuş, eski günlerin anısına olsun:)

Oldu o zaman herkese benden çay, bide güzel haftalar.
Şaka maka çarşamba günleri de tatil olsa var ya tadından yenmez..

Bot: Giuseppe Zanotti / Deri tayt: H&M / Kazak: Twist / Çanta: Fabrika / Mont: Bershka