2012/03/30

Cin cin çıkıcak.



Sen git odtünün uçaktan başka bişi olmayan müzesinde su yeşili araba bul, sonra da ordan transit geç. 
Oğğğ yooo! Hiç tarzım değil.








Bide şuraya dipnot düşiyim beğenen beğenmeyen herkes bilsin bu bence muhteşem şirinlikteki kolyenin hediye olduğunu ve nerden alındığına dair de en ufak bir fikrimin olmadığını. Balığından su kaplumbaasına herşey var kız çok tatlı. 
Bu arada yeri gelmişken lütfen bilinçsiz avlanmayalım arkadaşım, öyle havalar az ısındı diye hemen balık tutma atraksiyonlarına girip garibanların büyümesine engel olmayalım. Hele bi büyüsünler, bi sabredin yaaa. Adamı çileden çıkarırsınız valla.













İnsanın içinde sürekli bi konuşma, vik vik vik bişeyler anlatma ihtiyacı olunca ve aksi gibi bütün gün masa başından kalkmayıp tek başına kavun karpuz yetiştirircesine toto büyütmekle meşgul olunca o dünya tatlısı insan (bazen 3.tekil şahıs gibi kendimden bahsederken yanaklarımı sıkasım geliyo) aklına bişeyler geldikçe yazıp yazıp atıyo taslaklara. 
Ben bunu yaziyim şimdi, ilerde kesin lazım olur. 
Çünkü bu yazdıklarıyla dünyayı falan kurtarabileceğini, çatlayana kadar yiyerek kilo vermenin formülünün bulunmasına yardımcı olabileceğini ya da erkeklerin kimyasını biyolojisini fiziğini herbişeyini değiştirebileceğini, hiç olmadı oturdukça küçülen ve sıkılaşan bi toto teknolojisinin altına imza atabileceğini düşünmektedir. 
Kıyamam kız çok da iyi niyetlidir. Her saklanan samanın bigün nası olsa zamanı gelir diye düşünüp dünyasını kocaman bir samandan ahıra dönüştürmüş bile olabilir. 
Hesabını bilir. Bişey indirime girdiyse o alınmalıdır. Ama işte dedim ya iyi niyetli olduğu için, kalbinde kötülük olmadığı içindirki indirimdeki herşeyin alınması gerektiğini, ev ekonomisinin ancak böyle dönebileceğini düşünmektedir. Bu konuda hala eksikleri vardır.
...
Bazen ortada bi konu olmayınca nereye bağlayacağını bilemiyo insan. Öyle kal geliyo paragrafın orta yerinde. Hani boğazında düğümlenir de söyleyemezsin ya, hani karşındaki zırt bırt senin lafını kestiği için sürekli ne diyceğini unutursun ya, işte öyle bişey. Yani ben öyle düşünüyorum. 

Son dakkada hatırlanan: üç harfli diyince gelmez, cin diyince gelirmiş. Yoksa üç kere cin diyince mi geliyodu? Başka bi başlık bulsam iyiydi aslında.


Jean Gömlek: Topshop / Jeans: H&M / Jean Ceket: Mango / 
Jean Çanta: Lookat Milano / Jean Ayakkabı(şaka la şaka): Flo

2012/03/27

Püskülü ben olayım.





  





Soğuktan nefret ederim. Sütü hep soğuk içerim.
Rüzgarı sadece saçlarım topluyken severim. Saçlarımı toplamaktan hiç haz etmem.
Portakala bayılırım ama kabuğunu soyana kadar doyarım, yiyesim kaçar.
Araba kullanmayı çok severim ama sabah trafiğinde asla.
Beyazı çok severim ama ben beyazken patatese benzerim, bu hiç hoş değil.
Hardalı hamburger içinde hiç sevmem, salatamın içinde olmazsa eksik hissederim.
Becerikli insanları severim, ukalaları bir kaşık suda boğmak isterim.
Topuklu giymeyi severim, giydiğim her günü de kendime küfrederek bitiririm.
Saatsiz evden çıkmam. Bozuk bile olsa takarım bileğime, onun yeri orası.
Yoluk tırnaktan nefret ederim. Oje sürdüğüm an başlarım ojelerimi yolmaya, mıncıklamaya.
Bütün gün boyunca hiç su içmem, akşam yemekten sonra üst üste 5 bardak su içebilirim.
Camış gibi yerim, doyduktan sonra da tabağın dibinde kuş kadar bişey bile kalsa yemem.
Kabarık saç fobim var benim (herkes farklı şeylerden korkabiliyo işte), ama yanımdan krepe tarağımı hiç eksik etmem.
Komedi filminde ağlayıp, gerilim filminde saçma bi detaya gülebilirim.
Tatlıyı ve tuzluyu birbirinden ayrı severim. Nası olsa midemde karışıyo demem. Hepsinin bendeki yeri ayrıdır.
Güllaçtan nefret ederim! ama yufka böreğine bayılırım. Yufka dediğin ıslanmamalı arkadaş.
Yeşili severim ama yeşillikle aram hiç iyi değildir.


Konuşmayı da yazmayı da çok severim ama susmayı öğretmemişler, başlayınca susamıyorum iyi mi.

Püsküllü: Koton / Ceket: Mango / Jeans: H&M / Ayakkabı: Giovanni Giusti / 
Çanta: Guess / Kolye: Koton

2012/03/26

Samsun'da 1 gün


Samsunda ne yenir, ne içilir, nerelere gidilir diye googleda masumca arama yapan zat-ı muhteremi bi şekilde bu bloga yönlendirmek ve yazımı okumaya başladığında bi "ben nerdeyim yaa buraya nasıl geldim" dedirtmek, bi silkinip kendine gelmesini sağlamak yada kafasını iyice karıştırmak, "aa hakkaten de güzel bi yermiş samsun" dedirtmek yada "bu yazının samsunla ne alakası var şimdi" diye onu kızdırmak için yazdım o başlığı:) 

Burda maksat, adam ummadığı bi anda benim alanımda bulsun kendini, ağıma düşsün yani. 
Hani gözü bantlanarak getirilmiş de burda açılmış gibi. Bilinçli gelmesin. Şaşırmak güzeldir çünkü. Çok alakasız konuların içinde kendinden bi parça bulmak da öyle.

Buraya Samsun'la ilgili bişeyler ararken geldiysen önce bi otur soluklan sevgili konuk. 
Dolu bi içerik, tarihi mekanlar müzeler yada restoran isimleri de bekleme benden. Çünkü ben bugün, yukardaki fotoğraflarda da gördüğün gibi, uzun zamandır hayalini kurduğum Çalıkuşu dönerini, annemin prenses tatlısını, bizim mahallenin fırınında yapılan o muhteşem kapalı pideyi, evimize bikaç adım mesafedeki karadenizi ve aralara serpiştirilmiş bi şekilde de özlemimi anlatıcam. 
"Bana uyar, ben okurum valla. Merak ettim simdi" dersen hadi. 
Ama "yok lan ben napiyim senin yediğini içtiğini, bana rehber lazım rehber, onu nerde bulurum sen bana onu de bakiyim" dersen de çok kasma derim. Zaten sahil şeridinden ve ordaki muhteşem tesislerden başka bi cacık yok samsunda, git ve keşfet o yüzden. 

Yediğin en kötü pide bile başka şehirlerde yediklerinden çok daha güzel olacak, döner de aynı şekilde, ben kefilim;) 
Ha bide unutmadan gitmişken bi balkaymak yada sakız dondurması yemeden sakın döneyim deme çok kızarım bak.

Şimdi gelelim fasülyenin faydalarına.

1. Denizden uzak, yazları sıcak ve kurak, kışları keskin soğuk ve bol kar yağışlı bölgelerde yaşayanlar bilir sabah uyandığında gözlerini böyle bir deniz manzarasına karşı açmanın paha biçilemez mutluluğunu. Bulutla bütün olmuş yufka kıvamında bi karadeniz, sabah yürüyüşüne çıkmış laz amcamız (ekseriyetle ellerini bellerinin arkasında bağlamak suretiyle volta şeklinde yürürler sahilde), bakım aşamasına girmiş bahçemiz, henüz minderleri bile ortalarda görünmeyen ama "geeeeel" diye beni çağıran salıncağımızla buraya baharın çoktan geldiğini gördüm.

2. Babannemin arka bahçesinde gözü gibi baktığı, altından yumurta almaya bile kıyamadığı oyuncaklarını gördüm. Babamın babanneme yeni hediyesi olan ve benim adını tabiki Süleyman koyduğum o muhteşem horozla tanıştım. Tanıştım dediysem meraba meraba yani :) Kendisi "paçalı" ırkının dibi resmen! Hani böyle ayağında pijamasıyla kalkmış hoşgeldin demeye yanıma gelmiş gibi bi tipi var :) bide kocaman bi haremi!

3. Ankaradaki hergün adını andığım, sosu hayatımın sosu, lavaşı pofuduk pofuduk Çalıkuşu dönerini götürdüm.
Çalıkuşu dediysem dönercinin adı o. Yoksa bildiğin et döner. Ama yok yok sizin bildiğiniz gibi bişey değil bu. Kesinlikle. 
Sosu dürümün orasından burasından pırtlayacak, tomar tomar peçete kullanacaksınız, bi yandan ağzınızın kenarından akan yağı silerken bi yandan da cennette de acaba bi şube filan açarlar mı diye düşünceksiniz. Sadece bu dünyayla sınırlı kalması sizi üzecek.
Bu arada isteğe göre cehennem şubesi de tercih edilebilir. Ordaki de odun ateşi sonuçta :)
 
4. Babuşumun, belki samsundan başka hiçbir şehirde bulamayacağınız bir peynirle yaptığı, uzatsan abartısız 1 metre uzayacak kadar kıvamlı ve kendinden emin kuymaktan yedim    
Mısır unu teyze yapımı, tereyağı anne usulü:) Öyle gidip marketten aldıklarımızla yapılmıyo, organikte son nokta yani. 
Kendisi lezzetten bayılmak üzere. Ekmekle olan aşkları ise dillere destan.


5. Her yerden fırfırlar, emzikler, kuzular, hep bi cicili bicili şeyler fışkıran bi dükkanda buldum kendimi. En ufak bir amacı olmayan ama hepsi birbirinden eğlenceli. Benim ne işim var bu dükkanda, allahım her yer ne güzel mavi ve pembe, yoksa onlar patikli şeker mi? gibi ikiyüz elli tane soru kafamda.
Tamam bi sakin olsun herkes, öyle sandığınız gibi bişey değil.


6. Yeğenimle konuşuyorum şu an, bi sessiz olabilir miyiz lütfen?
2 aya kalmaz ordayım diyo. Dürümden bana da ayır, salıncakta kay kenara ben de gelcem yanına diyo kendisi. Yumurtayı çatlatmış zaten, kafasını bozarsak valla çıkar gelir şakası yok.
Tekmeliyo şu an serseri ^_^


7. Görebileceğiniz en uzun ve en lezzetli pideyi yedim. 
Aslında bu post bir "yedim de yedim" postu özünde. Ben aralara başka şeyler de serpiştiriyorum size ayıp olmasın diyerekten. Bizim oralarda pazar günleri bütün fırınlar pide yapar. İnsanlar kahvaltı sofrasında yer kapalı kıymalı pideleri, yanında da çay şahane gider. Ben söyliyim de, giderseniz yabancılık çekmeyin. Pazar sabahı ekmek almaktan daha kolaydır pide yaptırmak ;)

8. Annemin ıhlamuruyla hayat buldum bi çaydanlığın içinde. Elması, tarçını, karanfili, nar çiçeği. Duyan gelmiş. Bide sevgisinden katınca almış başını gitmiş ^_^


9. Hayat altüst olacaksa altı böyle sütlü kremalı, üstü de böyle çikolatalı olsun dediğim an 
Adı: Prenses tatlısı (Yarısı kemirilmiş)
Yapan: Annem
Sevilen: Anne gıdısı


Yani aslına bakarsan bu haftasonu boğaza ve instagrama (minikkusblog) çalışmışım sevgili okur. 

Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun (yukarda nerdeyse tuvalete gittiğini bile anlatan ben değilmişim gibi düşün tamam mı?)
herkes bişeyler yapmıştır, bu güzel haftasonunu evde kavun karpuz gibi geçirmemiştir diimi? 

O vakit iyi haftalarınız olsun bebeklerim benim.
Hadi bakalım :)

2012/03/18

Eriyik Eymir




Eskiden ortaokulda milli güvenlik dersi vardı şimdi nerden geldiyse aklıma (bakın ortaokul diyişimden anladınız siz zaten eğitim sisteminin nekadar derli toplu olduğu bi dönemde okuduğumu. ilk, orta, lise filan, herşey yerli yerinde, gayet güzeldi) 

Düşün yani ortaokul yıllarındasın, yaş 12-13, ergenliğe giriş - bölüm 1, enerji tavan. Derste ayrı tenefüste ayrı kikirdeşme seansları. Hafiften bi benlik oturtma çabaları, öğretmene dayılanma süreçleri filan.
Böyle bi ortamda sınıfa jilet gibi asker üniformasıyla giren bi hoca, kafasında kepine kadar herşeyiyle asker bildiğin. Bi ciddiyet, bi resmiyet.  
Omuzda kaç yıldız olur, kolda kaç çizik olur gibi konular hayatımızın problemi olmuş. Ama yazılı sınavda hata yapsan eksik saydığın yıldız başına 1 puan düşük alıyosun. Yiyosa bide bunu gerçek hayatta yap demezler mi adama. 
Yanında koskoca tümgeneral duruyo (şu an ne sebeple tümgeneralin yanında olduğumuzu bilmiyorum, kim getirmiş bizi buraya, nerdeyiz biz?), adamın kıyafetine bakıyosun galaksiden hallice, yıldızından kuyruğuna herşey tastamam. Arada ekstra gökcisimleri bile var. Kalkıp adama albay dediğini düşün, olur mu ? 
Olmaz.



 

Hiç sevmezdi beni öğretmenim, o kadar kikirdek ve geveze bi öğrenciydimki.. 
Adam aslında çok ciddi bişeyler anlatırken biz tükrüğümüzü püskürte püskürte arka sıralarda gülerdik, neyse o güldügümüz şey.. Gerçi o yaştaysan eğlenmek için bi sebebin olmasına gerek de yok zaten.

Şimdi ben o hocamızı dinlemiş olsaydım hem matematiğim 5 iken milli güvenlik dersim 3 gelmezdi, hem de size sırasıyla bütün o karizmatik rütbeleri sayıyo olurdum. 
Sınıfımızda bi arkadaş vardı hiç unutmam. Bakın onu unutmuyorum çünkü çok komikti.
Tegmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbaşı olarak sıralardı. Tamam biz de dogru sıralamayı yapamıyoduk ama onun sıralamasında yanlış bişeyler olduğunu görebilcek kadar da konuya hakimdik. Yarbaşı nedir yaaa:)















Ama erkeklerin, askere gitsin yada gitmesin bakın ayırt etmiyorum, bütün erkeklerin, tıpkı tuttuğu takımın gelmiş geçmiş bütün futbolcularının isimlerini ezbere sayması gibi, bu rütbeleri şakır şakır yıldızına çizgisine kadar sayabiliyor olmasına da şaşkınlık ve hayranlık içinde bakmıyo değilim.


Bu arada konu başlığı ayrı, fotoğraflar ayrı, anlattıklarım apayrı telden çalıyo diye kafanız karışmıyodur işallah? Konu başlığı bulmak postun içini doldurmaktan daha zor da o açıdan :)


Görüşelim yine yaa.


Tayt: H&M / Jean gömlek: Topshop

2012/03/15

Çocukluğuma inmek lazım.



Diyolarki deli misin? Kafan mı iyi? Nerden geliyo aklına böyle abuk subuk mevzular, üstüne boya badana çekilmiş hatıralar?
Benimki çocukluktan gelen bişey aslında. 
Höyt diyince put kestiren bir babanız varsa, tam tamına 3 kardeşseniz, üstelik de aranızda ikişer yaş varsa yani eski toprakların deyimiyle doğumlarınız birbirine karışmışsa, bir çocuğun sadece koltuk tepelerinde zıplayarak mutlu olmadığını biliyorsunuz demektir.

Bide bu kadroya benzer yaşlarda kuzenleri dahil edin, oldu mu size koskoca bi müzikal grubu. Evet müzikal yanlış duymadınız.






Tabi o zamanlarda böyle bir sürü adı sanı belli olmayan popçu yok. Bi Kibariye, bi Orhan Gencebay bi Ferdi Tayfur :) Bülent Ersoy zaten her dönemin olmazsa olmazı. 
Şimdi bide 5 yaşında bir çocuğun arabesk söylediğini düşünün, mesela kibariye'den "Annem" gibi. Hah işte o çocuk ben oluyorum, orda bi dur :) 
Ben o şarkıyı her söylediğimde etrafımdaki en az 3 yetişkini ağlatmayı başarmış bi insanım. Hatta bunu oyun haline getirip gıcık olduğum misafirlerin yanında özellikle o şarkıyı söyler ağlatırdım. Bi çeşit intikam aracı:)
Kuzenim de benzer intikam aracı olarak "Emmoğlu" şarkısını kullanırdı ahaahaha :)) Şimdilerde kendisi ressam, sanatçı, özgür ruh, artık nasıl derseniz. Demekki çocuklukta yaşananlarla hiç alakası yok meslek seçimlerinin. Yoksa şu anda o kuzenimin Etlik-Keçiören dolmuş hattında çalışma ihtimali hayli yüksekti, üstelik de bayan olarak:)

Ama en komiği bu değil tabi, düğün salonunda "Oy tombulum tombulum, yoldan geldim yorgunum" şarkısını söyleyip onlarca insanı sahnede oynatmışlığım da var benim (evet yetişkinleri adeta parmagımda oynatırmışım o zamanlar). Alaylı ama yetenekliydim, bücür ama gururluydum, hiç gülmeyin:) 
Ama o zamanların insanları da ayrı bi mütevazıymış şimdi düşünüyorum da.. Kaç yetişkin, düğününde bacak kadar çocuğun şarkı söylemesine müsade eder ve bide üstüne bununla eğlenir coşarki? Bu sırada ben o şarkıyı söylerken bana eşlik eden piyanist şantör de annemin ilkokuldan müzik öğretmeni. Böyle de bir nesilden nesile geçme şeysi.. Annem de çok çığırtkanmış benim gibi, sürekli şarkı söyletirlermiş ona da okuldayken:) Hala da güzeldir sesi o ayrı.





 

Aklıma geldiğinde beni en eğlendiren şeylerden biridir kuzenlerle biraraya gelip, tabi buarada en büyüğümüzün yaşı 8 falan, büyüklerin yanında yabancı dil konuşuyo gibi yaptığımız zamanlar, ekseriyetle annane ve babannelerin yanındayken:) 
Küçük kuzen ve kız kardeşim bildiğin şakırdı. Bilmeyen doğma büyüme italyan sanır. Babannem "aferim yavrum ne güzel konuşuyosunuz öyle" diye desteklerdi, bunlar iyice gaza gelirdi. Benim italyancam çok iyi değildi ama. Ulan ben niye sadece türkçe biliyorum diye hayıflanıp hemen orda ispanyolca konuşmaya başlardım sular seller gibi.
Öyle de çılgınımdır :)















Bunları niye anlattım ben de bilmiyorum.
Şifon gömleğim, annane işi örgü yeleğim ve topuklu ayakkabılarımla her nekadar büyüdüğümü resmetmiş olsam da, şortumdaki hello kitty'lerle aslında içimdeki o manyak çocuğun hiç büyümediğini vurgulamaya çalışmış olabilirim bence.

Öyle yani.


Gömlek, Örgü yelek: Twist / Jean şort: Oysho / Ayakkabı: Nine West / Aksesuarlar: Koton

2012/03/09

Ölmeden önce

Hani herkesin ölmeden önce gidilecek yerler, yenilecek yemekler, alınacak çantalar gibi bi listesi vardır ya, bu da onun gibi bişey aslında. 
Herkes hayvansever olmak zorunda değil, herkes bunları yapmak zorunda da değil. Ama ölmeden önce bunlardan birini bile yapabilirseniz, aslında yaşarken ne kadar çok şey kaçırdığınızı anlayacaksınız. 
Bu yazıyı internette buldum, sizlerle paylaşmazsam ayıp ve de yazık olurdu.
İşte o liste..
1-Bir sokak kedisinin ya da köpeğinin gözlerinin içine bakın, ama kafanızda hiçbir ön yargı olmaksızın sadece bakın. Gözlerinizi hiç kaçırmadan öylece bakın.


2- Bir hayvan barınağına gidin. Kafeslerin ardındaki köpeklerin, patilerini tellere takıp size seslenmelerine izin verin, onların seslerini duyun ama mutlaka duyun.
3- Bir sokak kedisine ya da köpeğine, mümkünse kirli, zayıf, çirkince olanına yemek verin ve yemeğini bitirene kadar onu izleyin ama hiç yanından ayrılmadan sadece izleyin.


4- Bir sokak kedisinin veya köpeğinin başını okşayın. Kirlidir, mikrop bulaşır, elimi cırmalar, ısırır diye önyargınız olmadan başını okşayın mümkün olabildiği kadar uzunca. Yanından ayrıldıktan sonra dönün ona bakın.

5-Bir gerçek can dostuyla konuşun. Hiç sıkılmadan, uzunca bir süre hiç lafını kesmeden onu dinleyin, sadece dinleyin.


6-Yazın kavuran sıcağında çok susayın, içiniz yansın, çölde kalmışçasına suya erişemeyecekmiş gibi uzunca süre susuz kalın, sonra gidip bir şişe su alın, dudaklarınıza götürmeden önce ilk gördüğünüz bir sokak kedi ya da köpeğine verin o suyu ve içişini izleyin sonuna kadar, bitirene kadar ve şişenin dibinde kalan son yudumla ıslatın dudaklarınızı.
7- Kırlara açılın, koyun sürülerinin yanına gidin, yeni doğmuş kuzuların anneleriyle oynaşmalarını seyredin, meleyerek onları çağırmalarını izleyin, kuzucukların ağızlarındaki süt kokusunu içinize çekin.
8-Ölmeden önce el ayak tutarken, henüz nefes alırken, işitme duyma, hissetme duyularınız canlıyken, bir sokak kedisi ya da köpeği alın, evinizi paylaşın onunla, yemeğinizi, odanızı, hayatınızı paylaşın. Birlikte gezintiye çıkın köpekse sahiplendiğiniz. Kediyse onunla kanepede uzanıp çizgi film izleyin.


9- Evinden atılmış bir yaşlı köpeğe ya da kediye son günleri için yuvanızı açın, bırakın size minnet duysun, bir can kurtarmanın hazzını yaşayın.
10- Balık oltasına ya da ağına takılmış bir balığı kurtarın, denize geri atın ve onun sularda nasıl yüzerek derinlerde kaybolduğuna şahit olun.
11- Kafeste özgürlüğü için çırpınan bir saka kuşunu parasını vererek azat edin, bırakın maviliklere uçsun, ait olduğu dünyasına gidişini izleyin.
12- Hiç birisini yapamıyorsanız, canlar için savaş veren, güvendiğiniz birilerine maddi destek verin, o desteğinizle hangi cana ne iyilik yapıldığını dinleyin, içinizi ısıtın.
13- Ve bütün bunlardan birisini olsun yapmadan ölmeyin.


Onlar yeryüzünde karşılıksız seven yegane canlılar, biliyosunuz diimi?


dipnot: Eğer bu kadar çekingen ve ürkek olmasaydılar, ki bunun sebebi de biziz, bu yazıda Püre yerine sokak hayvanlarının fotoğrafı olabilirdi..

2012/03/05

Yabadaba duuuu..


Kız çocuklarını ağırlıklı olarak sevmeme rağmen Çakıl'dan ziyade Bambamcı oldum hep. Belki de kendimi Bambam'a benzetmemden kaynaklanıyo olabilir bu ilgi alaka. O da cüssesinin gösterdiğinden daha güçlü çünkü.
Kıytırık iki market poşetini bile taşırken "aman kıyamam sen taşıyamazsın onu, bileklerin çıt diye kopuverir" diye nerdeyse insanlar gelip elimden poşetleri alacakken benim bir tüpçü edasıyla koca damacanayı sırtlayıp eve götürdüğüm de görülmüştür farz-ı misal :)
Ama herşey bi yana, Vilma ve Beti'nin elbiseleri bi yana 
Modası hiç geçmiyo bikere. Düşünsenize yıllarca taş devrinde aynı beyaz elbiseli Vilma ve mavi elbiseli Beti'yi görmedik mi? Renkler değişse bile elbiselerinin modeli hiç değişmedi. 
Etek uçlarındaki o muhteşem detayların çocukluğumdan beri bendeki yeri ayrıdır. Zaten o dönemin güzel olan tek yanı bu etekler ve lades kemiğiyle toplanan saçlar diye düşünüyorum. 
Bu kısıtlı imkanlara rağmen güzel olmayı başaran, kocasıydı kızıydı dinazoruydu derken kendini ailesine adamış, hem çalışkan hem zeki hem emekçi kadın Vilma da bu dönemi en iyi kotaran kadın olabilir bence.
Bu arada konumuzun taş devri olduğunu söylememe gerek yoktu diimi?


Bu vesileyle sizlere taş devrinden esinlenerek kestiğim elbisemi gururla sunmak isterim.
Yaratıcılığıma, iç dünyama, emeğime sağlık.





  




Yukardaki fotoğrafta diğer elimde mendil varmış da ben aslında halay çekiyomuşum gibi hayal edebilirsiniz, ben öyle düşünüyorum şu an:)  
  


Aman da kimler burdaymış ifadesiyle bir postun daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Ne çabuk geçti yaa hiçbişi anlamadım.

Oldu o zaman.

Ceket: Herry / Elbise: Koton (DIY) / Kazak: Twist / Ayakkabı: Giovanna / Gözlük: Marc By Marc Jacobs / 
Çanta: Zara / Saat: DKNY / Yüzük: Annemin hediyesi / Kolye: Koton